Bu konuyu anlamanın en doğru yolu, önce şu soruyu sormakla başlıyor:
“Osmanlı döneminde, Arap alfabesinin Türkçe sesleri karşılayamadığı, okumayı ve yazmayı zorlaştırdığı düşünülüyor muydu? Bu yüzden alfabenin düzeltilmesi gerektiği yönünde fikirler var mıydı?”
Bu sorunun cevabı, “Biz Osmanlı torunlarıyız” deyip tarih bilmeyenleri biraz üzecek ama gerçek şu: Evet, vardı.
Tanzimat döneminden (1839 - 1876) itibaren Arap alfabesinin ıslah edilmesi gerektiği konusunda birçok fikir ortaya atılmış, çeşitli denemeler yapılmıştır.
Bu girişimlerin en ciddi olanı 1862’de Mehmet Münif Paşa tarafından yapılır. Münif Paşa, bir konferansta Arapça ve Farsça harflerin Türkçe için uygun olmadığını, okumayı ve yazmayı zorlaştırdığını belirtir. Harflerin daha kolay okunabilmesi için işaretler eklenmesi, hatta yeni sesli harfler icat edilmesi gerektiğini savunur.
Tanzimat döneminde başlayan bu tartışmalar, Meşrutiyet döneminde daha da belirgin hale gelir. Artık Osmanlı aydınları ikiye ayrılmıştır:
Bir grup, Arap alfabesinin düzenlenmesinin yeterli olacağını düşünürken; diğer grup, Latin harflerine geçmenin zorunlu olduğunu savunur.
1908’de Musullu Dr. Davut Bey, Meclis-i Mebusan’da açıkça “harflerin ıslah edilmesi” gerektiğini ve Latin alfabesine geçmenin kaçınılmaz olduğunu söyler.
Ancak dönemin Şeyhülislam’ı, “Kur’an Arap yazısından başka bir yazıyla yazılamaz, okullarda da bu şekilde öğretilemez” diyerek öneriyi reddeder.
1910’da Enver Paşa, “Halkın cehaletten kurtarılması” sloganıyla, orduda kullanmak üzere “Ordu elifbası” ya da “Enver Paşa yazısı” olarak bilinen bir deneme yapar. Harfleri Latin alfabesindeki gibi ayrı ayrı yazmaya dayalı bir sistem geliştirir, ancak bu da kalıcı olamaz.
Osmanlıca; Oğuz Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi, Arapça ve Farsça’nın karışımı bir dildir.
Yazı sistemi olarak Arap alfabesi kullanılmıştır. Arap alfabesinin 28 harfine, Farsçadan alınan “p, c, j” harfleri eklenmiş ve toplam 31 harfli bir alfabe oluşmuştur.
II. Mahmut döneminden beri ilkokul zorunlu olmasına rağmen, okuma-yazma oranı %5’i geçememiştir.
Kadınlarda bu oran %2’nin bile altındadır. Çünkü Arap alfabesi sesli harflerden yoksundur, bu da Türkçeyi doğru yazmayı neredeyse imkânsız hale getirir.
Bunu anlamak için, Harf Devrimi sırasında halka gösterilen o meşhur tabelayı hatırlamak yeterli:
“Gül, gel, kel.”
Bu üç kelimeyi Arap harfleriyle yazdığınızda, hepsi aynı şekilde yazılır. Türkçede 8 ünlü harf (a, e, ı, i, o, ö, u, ü) vardır, Arapçada ise sadece 3 ünlü (elif, vav, ye). Yani bir kelimenin ne anlama geldiğini, ancak cümlenin tamamına bakarak tahmin edebilirsiniz.
Kısacası, Osmanlı’nın kullandığı Arap alfabesinde, lam ve kef yan yana geldiğinde bunun “gül” mü “gel” mi “kel” mi olduğunu anlamak neredeyse imkânsızdır.
Görüldüğü gibi, Arap alfabesinin Türkçeyi ifade etmekte yetersiz olduğu Osmanlı döneminde de biliniyordu.
Yani Atatürk, durup dururken “geçmişle bağımızı koparalım” diye değil, yüzyıllardır süren bir sorunu çözmek, halkı okuma yazma öğrenememekten kurtarmak için bu adımı attı.
Harf Devrimi, bir milletin kültürünü değil, cehalet zincirini kırdı.